Doğum Tarihi : 1642 / Şanlıurfa (Ruha)
Ölüm Tarihi : 12 Nisan 1712 / İstanbul
Asıl Adı : Yusuf
Nabî, XVII. yüzyılda dünyaya gelmiş ve I. İbrahim (1640-1648) ile III. Ahmet dönemi (1703-1730) arasında saltanat sürmüş olan altı padişah dönemini görmüştür.
Hayriyye adlı ünlü mesnevisinden öğrendiğimize göre Nabî'nin asıl adı Yusuf olup 1642 yılında eski adı Ruha olan Urfa'da doğmuş; çocukluğunu ve ilk gençliğini memleketinde geçirmiştir. Urfa'da medrese öğrenimini tamamlayarak döneminin bilimlerini, bu arada Arapça ve Farsça'yı iyi öğrenmiştir. Tanınmış bir aileden geldiği bilinen Nabî'nin iyi bir eğitim aldığı tahmin edilmektedir. İlk gençlik yıllarını memleketi Urfa'da nasıl geçirdiği hakkında yeterli bilgi bulunmamakla birlikte; onun tahminen yirmi üç, yirmi dört yaşlarında, IV. Mehmet'in saltanatı (1648-1687) sırasında Urfa'dan İstanbul'a geldiği bilinmektedir.
İstanbul'a gelişinden bir süre sonra, bilgisi ve şiir yeteneği sayesinde çevresindekilerin ilgisini çekmiş ve orada çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştur. Bu görevler arasında Musahip Mustafa Paşa'nın divan kâtipliği görevi, bu görev aracılığıyla Paşa'nın yakın himayesini görmesi bakımından önemlidir. Bu sırada dönemin padişahı IV. Mehmet'in de yakınlığını elde eden Nabî, Mustafa Paşa'yla birlikte IV. Mehmet'in Lehistan (Polonya)Seferi'ne katılmış ve orada Kamaniçe Kalesi'nin fethinde bulunmuştur. Nabî'nin, Kamaniçe Kalesi'nin fethinden sonra İstanbul'a döndüğünü ve İstanbul'da kalenin fethini anlattığı Fetihname-i Kamaniçe adlı eserini yazdığını biliyoruz. Daha sonra Mustafa Paşa'yla birlikte IV. Mehmet'in şehzadelerinin Edirne'de yapılan sünnet düğününe katılan Nabî, bu sünnet düğününü anlattığı Surname adlı mesnevisini yine İstanbul'da bulunduğu dönemde yazmıştır. Daha sonra Mustafa Paşa'nın yardımıyla hacca giden Nabî, hac dönüşünde Mustafa Paşa'ya kethüda olmuş ve hac yolculuğu izlenimlerini anlattığı Tuhfetü'l-Harameyn'i kaleme almıştır.
Nabî'nin yaşadığı yerler arasında en uzun süre kaldığı şehir Halep'tir. Halep'te sakin ve huzurlu bir hayat geçirdiği bilinen Nabî, orada bulunduğu yıllarda başta İstanbul ve Urfa'dakiler olmak üzere değişik yerlerdeki dostlarıyla ilişkisini sürdürmüştür. Bu durumu Münşeat'ında bulunan, değişik kişilere yazdığı mektuplarından öğreniyoruz. Nabî'nin hayatında Halep, önemli dönüm noktasıdır. Çünkü orada geçirdiği yirmi beş, otuz yıllık süre içinde düşünceye dayalı dünya görüşünü yansıtan edebî kişiliğini kazanmış; orada doğan oğlu Hayrullah için ünlü eseri Hayriyye adlı mesnevisini ve Hayrabad'ı Halep'te yazmış ve divanını düzenlemiştir.
Ömrünün sonuna doğru Baltacı Mehmet Paşa'yla birlikte tekrar İstanbul'a dönen Nabî, orada yetmiş yaşına ulaşmış bir üstad şair olarak çevresinden saygı görmüş; edebiyatla da uğraşarak Münşeat'ını yeniden gözden geçirmiştir. Dönemin şairlerinden Bosnalı Sabit, divanındaki, Baltacı Mehmet Paşa için yazdığı Ramazaniyye kasidesinde; Nabî'nin Mehmet Paşa'yla birlikte İstanbul'a dönüşünden duyduğu memnuniyeti aşağıdaki beyitlerle anlatmıştır. Bu beyitler aynı zamanda Nabî'nin, dönemin şairleri arasında gördüğü itibarı göstermesi bakımından da önemlidir.
Yükledüp tâze kumaş-ı Haleb-i ma'nâyı
Geldi İstanbul'a şeh-bender-i taht-ı irfân
Mûcid-i vâdî-i nev muhteri'-i tarz-ı cedîd
Mû-şikâf kalemi nâdire üstâd-ı cihân
Halep'te dokunan mana kumaşı, irfan tahtının tüccarbaşısı (Nabî) tarafından İstanbul'a getirildi. O, yeni bir tarzın yaratıcısı; kalemiyle kılı kırka yaran nadir bulunur bir üstad şairdir. Nabî, İstanbul'a dönüşünden birkaç yıl sonra 1712'de İstanbul'da ölmüştür.
ESERLERİ: Türkçe Divan, Farsça Divançe, Hayriyye, Hayrabad, Surname, Terceme-i Hadis-i Erbain, Fetihname-i Kamaniçe, Tuhfetü'l-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysî, Münşeat
HAYRİYYE: Nabî'nin ününü yaptığı en önemli eserlerindendir. Halep'te 1701 tarihinde yazılmıştır. Nasihatname türünde yazılmış olan bu didaktik mesneviyi Nabî, oğlu Ebulhayr Mehmet için, onun hayatta izlemesi gereken yolu göstermek, ona öğüt vermek amacıyla yazmıştır.
HAYRABAD: Nabî'nin Halep'te 1705 yılında yazdığı ikinci mesnevisidir. Âşıkane konulu eser, İranlı şair Feridüttin Attar'ın İlahîname'sinden etkilenilerek yazılmıştır. Nabî, İlahîname içindeki bir hikâyenin konusunu genişletip ilaveler yaparak ona meraklı bir macera romanı görünümü kazandırmıştır.